top of page

Cumhuriyetin

Yüzüncü Yıl

Marşı

  •     Şair Namık Kemal'in 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı sonrasında Rumeli'nin işgali üzerine arkadaşı Deli Hikmet'le kaleme aldığı Vatan Mersiyesi, tıpkı öteki şiirleri gibi sonraki yıllarda vatanseverlerin diline pelesenk olmuştur. Özellikle, Mersiye’nin şiir boyunca tekrar eden aşağıdaki mısraları çarpıcıdır: 

    "Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini  

    Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini"  

        Şiirin “Karanlığı baht edinmişken” sözü, Namık Kemal’in yukarıda verilen ünlü dizelerine atıfla yazılmıştır.

    Kaynaklar:

    1. A. Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967, s. 30-31. 

    2. Rumeli Kaybının Namık Kemal'in Şiir ve Piyeslerine Yansımaları, M. TAN, Dil ve Edebiyat Araştırmaları, Sonbahar, 2022 (26), s.45. 

  •     Mustafa Kemal Atatürk’ün, 13 Ocak 1921 günü I. İnönü Zaferi hakkındaki TBMM görüşmeleri esnasında yaptığı konuşmaya ve Nutuk’ta yer alan Büyük Taarruz ile ilgili açıklamalarına atfen yazılmıştır.  

        13 Ocak 1921 TBMM Konuşmasından İlgili Bölüm: 

    "(...) Kendi tabiriyle cennetten vatanımızın koruyucularından olan Merhum Kemâl demiştir ki:

    'Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

    Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini'

     

    İşte ben bu kürsüden bu Büyük Meclis’in Başkanı sıfatıyla, yüce heyetinizi seçmiş olan bütün millet namına diyorum ki:

     

    Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!"

     

        Nutuk’taki Büyük Taarruz Açıklamalarda İlgili Bölüm: 

    “ (...) Bu eser (Büyük Taarruz Zaferi), Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz âbidesidir. Bu eseri var eden bir milletin evladı, bir ordunun Başkumandanı olmaktan, sonsuza dek mesut ve bahtiyarım.”.

    Kaynaklar:

    1. Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1993, Cilt: II (1920-1927), s. 667.

    2. TBMM Zabıt Cerideleri, 13.1.1337, s.285

  •   30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasıyla Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı malûbiyeti kabul edilmiş olundu. İttihat ve Terakki hükûmetinin savaş politikası çöktü. Anlaşmanın esnek maddelerinden faydalanarak Fransızlar Çukurova'dan (Aralık 1918), İtalyanlar Antalya'dan (Mart 1919), İngiliz destekli Yunanlar İzmir'den (Mayıs 1919) ülkemizi işgale başladılar.  

        İzmir’in işgalini takip eden günlerde Sadrazam Damat Ferit Paşa, Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve Dahiliye Nazırı Adil Bey, İngiliz mandası lehine kamuoyu oluşturmak maksadıyla 20 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz Muhibleri Cemiyeti’ni kurdular. Cemiyetin ilk üyeleri, Osmanlı Padişahı ve yeryüzünün halifesi unvanını taşıyan Sultan Vahidettin, Sadrazam Damat Ferit Paşa, Sait Molla ve İngiliz istihbaratının İstanbul bölümünden Papaz Frew oldu. 

      Temmuz 1919’da Padişah, 3. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın bağımsızlık hedefiyle bir Anadolu direnişi örgütlediğini fark edince, onu İstanbul’a geri çağırdı. Ancak Mustafa Kemâl Paşa bu çağrıyı reddedip askerlik görevinden istifa ederek faaliyetlerini sürdürmeyi seçti.  

     

      Eylül 1919’da Padişah Vahidettin Meclis-i Mebusan kararı olmaksızın İngilizlerle gizli bir anlaşma imzalayarak İngiliz mandasını kabul etti. Meclis-i Mebusan Ocak 1920’deki toplantısında Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Anadolu direnişinin Erzurum ve Sivas Kongrelerinde şekillendirdiği Misak-ı Milli’yi kabul etti. Bu beklenmedik gelişme üzerine Meclis-i Mebusan derhâl kapatıldı, İngilizler Mart 1920’de İstanbul’u işgal etti ve Meclis-i Mebusan üyeleri Malta’ya sürgün edildiler.  

     

      Nisan 1920’de Padişah Vahidettin tarafından yayınlanan Hatt-ı Hûmayun'da “milliyet” adıyla yayılmaya çalışılan fikirlerin saltanat ve hilafet makamlarına açık bir isyan niteliği taşıdığını belirtildi ve Anadolu’daki bağımsızlık hareketinin sorumluları hakkında derhal yasal işlem başlatılması buyruldu. Fermanın yayınlanmasından altı gün sonra, Damat Ferit kabinesi, yayınladığı hükûmet beyannamesiyle, Anadolu’daki Teşkilat-ı Milliye adıyla ortaya atılan kimselerin Osmanlı’nın en büyük düşmanları olduklarını, hükûmetin gerek şerî, gerekse kanunî usüllere göre bu zatları ve hareketlerini yok etmekten geri durmayacağını ilan etti. Beyanname’nin ekine, aynı minvalde bir de şeyhülislam fetvası eklenmişti ve söz konusu fetvada, Anadolu’daki "isyan” hareketinin İslam hukukuna aykırı ve ona karşı bir girişim olduğu vurgulanıyordu. Sonunda Mayıs 1920’de İstanbul 1 Numaralı Divan-ı Harb-i Örfi tarafından Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları adına idam kararı çıkarıldı. Söz konusu karar, İngiliz uçakları marifetiyle Anadolu’ya dağıtıldı. 1919 sonundan 1920 sonuna değin Padişah fermanları, hükûmet beyannameleri, şeyhülislam fetvaları, İngiliz Muhibleri Cemiyeti ve işgal kuvvetleri tarafından desteklenen yerel işbirlikçiler eliyle Anadolu’daki bağımsızlık örgütlenmesine karşı yürütülen karşı propaganda ve saldırı faaliyetleri, Anzavur ayaklanmasını, Çapanoğlu ayaklanmasını, Kuva-yı İnzibatiye adındaki paralı hilafet ordusunun yürüttüğü faaliyetler ve Harput Valisi Ali Galip’in Sivas Kongresi’ni basmak yönündeki engellenen komplosunu gibi problemleri beraberinde getirdi. Ancak bu hareketler bastırıldı; Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının örgütlenme mücadelesi sonucu seçilmiş vekillerden oluşan I. Meclis 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplandı. Yaşanan gelişmeler sonucunda Damat Ferit hükûmeti düştü ve yerine Tevfik Paşa getirildi.  

     

    Mayıs 1920’de işgalciler Anadolu hareketini bastırmakta başarısız olan Osmanlı siyasetçilerinden ümidi kesip Sevr Anlaşması’nın imzalanmasını istediler. Tevfik Paşa’nın da ifade ettiği gibi Sevr ile “bağımsızlık kalmadığı gibi devlet de kalmıyor”du. Hükûmet Sevr’i imzalamayı istemeyince İngilizler, Yunan kıt’alarının Batıda Bandırma, Balıkesir, Bursa’ya; Doğu Trakya’da ise Edirne’ye kadar yürümelerine izin verdi. Bunun üzerine Padişah, Ağustos 1920’de Sevr Anlaşmasını imzaladı. Hükûmetin imzaya karar verdiği gün İngiltere Başbakanı Lloyd George Avam kamarasındaki konuşmasında “Turkey is no more” (Türkiye artık yok) dedi.  

     

    Ankara hükûmeti Sevr Anlaşmasını kesin olarak reddedip, düzenli ordu kurma faaliyetlerini hızlandırdı. I. İnönü ve II. İnönü Savaşları ile alınan galibiyetler sonrasında,  Fransız ve İtalyan orduları işgal bölgelerinden çekildiler. Bunun üzerine İtilaf Devletleri artık Ankara hükûmetinin Sevr’i mevcut haliyle kabul etmeyeceğini kavradı ve Sevr’de revizyon yapmak önerisiyle Şubat 1921’de hem Osmanlı temsilcilerinin hem de Ankara hükûmeti temsilcilerinin çağrıldığı Londra Konferansı’nı topladı. Ancak Ankara hükûmeti temsilcileri önerileri kesin olarak reddetti. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Savaşı zaferi ile artık üstünlük el değiştirdi ve Fransa ile İtalya diplomatik açıdan Türkiye’nin yanında olma kararı aldılar. Sonunda, Sevr’in imzalanmasının ardından iki yıl süren yoğun diplomatik, siyasi ve askeri mücadelenin ardından başlatılan Büyük Taarruz ile (26 Ağustos 1922) İngiliz destekli Yunan orduları Batı Anadolu’dan bütünüyle çıkarıldı ve Mudanya Mütarekesi (3-11 Ekim 1922) ile Türk-Yunan Savaşı’na son verildi.

      

    Söz konusu gelişmeler, Ekim 1922’de İngiltere’de Başbakan Lloyd George’un istifasına neden oldu. 28 Ekim 1922’de İtilaf Devletleri, barış görüşmeleri için hem İstanbul hükûmeti temsilcilerini hem de Ankara hükûmeti temsilcilerini Lozan Barış Konferansı’na davet eden çağrı metinlerini gönderdi. Daveti alan Tevfik Paşa Ankara hükûmetine konferansta görüşülecek konularda ortak bir tutum belirlemek gerektiğini iletti ancak bu yaklaşım mecliste infiale neden oldu. Çünkü Ankara hükûmeti bu safhaya gelmek için sadece işgalcilerle değil, işgalcileri destekleyen saltanata, hilafete ve bunlara bağlı çalışan hükûmete karşı da bir tür iç savaş vermek zorunda kalmıştı. İstanbul hükûmetinin tutumu üzerine TBMM 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. On altı gün sonra Sultan Vahidettin, İngilizlere sığınarak onların refakatinde ülkeyi terk etti.  

     

    20 Kasım 1922’den 24 Temmuz 1923’e değin devam eden ve Ankara hükûmetinin tek temsilci olarak katıldığı Lozan Konferansı sonucunda Türkiye resmen bağımsız bir ülke olarak tanındı. Anlaşma gereği İngilizler, 2 Ekim 1923’te işgal altında tuttukları İstanbul’dan çekildiler ve TBMM, yirmi yedi gün sonra (29 Ekim 1923) cumhuriyeti ilan eden yasayı kabul etti. 3 Mart 1924’te TBMM, hilafetin kaldırılmasına ilişkin yasayı onayladı. Böylece, Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalandığı Ekim 1918’den hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924’e kadar geçen yaklaşık altı yıl boyunca süregelen işgalci-saltanat-hilafet sarmalının gölgesi bütünüyle ortadan kalktı.  

     

    Şiirde yer alan “işgalcinin, saltanatın, hilafetin kurtulduk gölgesinden” sözü, yukarıda genel hatlarıyla açıklamaya çalıştığımız ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda hayati önemdeki 1918-1924 periyoduna atfen yazılmıştır.

    Kaynaklar:

    1. Kısa 20. Yüzyıl Tarihi, S. Akşin, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s.125-140.

    2. Türk Demokrasi Tarihi, K. H. Karpat, Timaş Yayınları, İstanbul, 2014, s.119-131.

    3. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İ. Ortaylı, Kronik Yayınları, İstanbul, 2019, s.142-259.

    4. 11 Nisan 1920 (1336) Tarihli Takvim-i Vekâyi’de Kuvva-i Milliye Aleyhinde Yayınlanan Kararlar, O. Akandere, Ankara Üniversitesi Türk İnklâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 24, Kasım 1999-2003, s.417-467

    5. Milli Mücadelede Türk-İtalyan İlişkileri, M. Çelebi, Belleten, Nisan 1998, Cilt 62, Sayı 233, s.157-206 

    6. İngiliz Muhibleri Cemiyeti, S. Yurtsever, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ingiliz-muhiblericemiyeti/ 03.03.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

    7. Londra Konferansı, T. Yılmaz, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/londra-konferansi/ 03.03.2024 tarihinde görüntülenmiştir. 

  • 15 Mayıs 1919’da İngiliz destekli Yunan birliklerinin İzmir’e çıkmalarıyla başlayan işgal, Anadolu içlerine doğru taşınmıştı. 10-25 Temmuz 1921 tarihleri arasında gerçekleşen Kütahya-Eskişehir savaşları sonucu Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi. TBMM’de moraller bozulmuş, Ankara’nın Yunan ordusunun eline geçebilme endişesinden doğan ümitsizlik duygusuyla Meclis’in Kayseri’ye taşınması ihtimali dahi dile getirilir olmuştu.  

     

    İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal Paşa, TBMM’den tam yetki alarak Başkomutan sıfatıyla orduların başına geçti. Tekalif-i Milliye (Ulusal Yükümlülükler) emirleri yayınlandı. Bu yükümlülüklerle, Anadolu halkının maddi ve manevi bütün varlığıyla orduya el uzatması amaçlanıyordu. Savaşlardan yorgun düşmüş ve yoklukla boğuşan Anadolu halkı her şeye rağmen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’dan gelen emre bütün varlığıyla uydu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, askeri tarihe damgasını vuran stratejisini silah arkadaşlarına şöyle özetledi: 

     

    “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır; o satıh, bütün vatandır.” 

     

    Bu emir, cephe hattının yarılması durumunda topyekün ricat yerine sadece cephenin yarıldığı hattaki birliklerin ricat edip diğerlerinin mevzilerini korumaları anlamına geliyordu. Dahası, ricat eden birlikler, güvenli mesafeye çekilir çekilmez yeniden mevzilenerek direnişi sürdürecekti. Böylece cephe hattı esnek manevralarla savaş alanına tutunarak dövüşebilecekti. 

     

    23 Ağustos 1921 günü yüz kilometre uzunluğundaki cephe boyunca Türk ve Yunan kuvvetleri karşı karşıya geldiler. Türk ordusunun Yunan ordusundan tek üstün yanı, süvari sayısının fazla olmasıydı. 22 gün ve 22 gece boyunca devam eden savaş, 900 yıllık tarihimizin en kanlı, en sarsıcı ve en inatçı direnişi olarak kayda geçti. Sonunda Yunan ordusu Eskişehir’in ötesine, Afyon hattına püskürtüldü ve 1683 Viyana Kuşatması’ndan beri devam eden anavatana çekilme süreci, şanlı Sakarya Zaferi ile sona erdi.  

     

    Sakarya Zaferi’nin ardından askerî harekât yön değiştirdi. Savaştan önce Türk ordusu tarafından stratejik savunma yapılırken, savaştan sonra harekât stratejik taarruz biçimini aldı. Sakarya Zaferi'nden sonra Yunan ordusunun saldırı gücünü yitirdi ve toparlanmaları için gereken zaman, Türk ordusunun, 26 Ağustos Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Başkomutan Meydan Muharebesi zaferlerini kazanmasını sağlayan hazırlıkları tamamlayarak kesin sonuca ulaşmasını mümkün kıldı.

     

    Savaşın politik etkileri İtilaf Devletleri açısından sarsıcıydı. Ankara hükûmeti SSCB ile yaptığı anlaşmalarla doğu sınırını bütünüyle güvenli hale getirdi. Fransa ile yapılan Ankara Anlaşması sonucunda Fransa, Hatay dışında bütün güney sınırlarımızı tanıdı ve İtilaf Devletleri’nden bütünüyle koptu. İtalya diplomatik açıdan Türkiye'nin yanında olma kararı aldı. İngiltere Ankara hükûmetini tanıdı ve İstanbul’un işgali periyodunda Malta’ya sürülen politikacılar ve aydınları iade anlaşmasını imzaladı. TBMM Sakarya Zaferi’nin ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya Gazi unvanını ve Mareşal rütbesini aynı anda verdi. 

     

    Şiirin “esaretin zincirini kırdık biz şanlı Sakarya’da” sözü, Sakarya Zaferi’nin yukarıda kısaca ifade edilen hayatî önemine atfen yazılmıştır. 

    Kaynaklar:

    1. Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1993, Cilt: II (1920-1927), s. 618. 

    2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İ. Ortaylı, Kronik Yayınları, İstanbul, 2019, s.217-220.

    3. Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağusto-13 Eylül 1921), O, Yöney,https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/sakarya-meydan-muharebesi- 03.03.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

  • TDK’ya göre devrim sözcüğü “Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik” biçiminde tanımlanmakta ve kavramın ihtilâl ve inklâp sözcükleriyle eş anlamlı olduğu belirtilmektedir. Aynı sözlükte ihtilâl, “Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim biçimini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanılarak yapılan geniş halk hareketi, devrim” olarak tanımlanırken; inklâp, “Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme, devrim, reform” biçiminde açıklanmıştır. 19 Mayıs 1919’da başlayan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938 yılına değin devam eden kurtuluş ve kuruluş dönemi, “devrim” kavramının gerek ihtilâl gerekse inklâp anlamlarını karşılayan gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti tarihi özelinde “devrim” sözcüğü, bağımsızlık savaşı boyunca başta işgal kuvvetleri olmak üzere, işgal kuvvetlerinin etkisi altında kalan saltanatın, hilafetin ve İstanbul hükûmetinin karar ve eylemlerine karşı verilen her tür başkaldırıyı, direnişi ve mücadeleyi ifade ederken (ihtilâl); Cumhuriyet’in ilanından Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatına değin süre giden periyotta hayata geçirilen bütün sosyopolitik yenilikleri de açıklar (inklâp).  

     

    Mustafa Kemâl Atatürk’ün Türk genel devriminin ihtilâl boyutunu ifade ettiği açıklamalarından biri, Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması konusunda tartışmaların yürütüldüğü TBMM alt komisyonunda yaptığı konuşmadır: 

     

    “(...) Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, el koymuşlardı; bu saldırılarını altı asırdan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu saldırganların hadlerini bildirerek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan; ’Millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız? Bırakmayacak mıyız?’ meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir gerçeği ifadeden ibarettir. (...)”

     

    Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Türk genel devriminin hem ihtilâl hem inklâp boyutuna değindiği ve bu iki eylemliliği Türk genel devrimi başlığında birleştirdiği başka bir açıklaması ise Mayıs 1935 tarihinde yapılan CHP Dördüncü Olağan Kurultayı’ndaki şu ifadeleridir:  

    “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk genel devriminin kısa bir diyemi.”.   

     

    Türk genel devriminin gerek ihtilâl gerekse inklâp periyodunda gerçekleştirilen eylemler, sonuçları itibariyle hem ulusal hem de uluslararası boyutta sarsıcı etkiler yaratmış ve tarihin akışını değiştirerek bugün bize vatan olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu eylemlerden bazıları ve sonuçları kısaca şöyle ifade edilebilir: 

     

    İHTİLÂL PERİYODU (1919 – 1923) 

     

     - Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahidettin’in geri çağırma emrine direnmesi ve askerlikten istifa ederek Anadolu örgütlenmesini sürdürmesi: Bunun sonucunda Ulusal Kongreler toplanabilmiş, 1920’de Ankara’da TBMM kurulabilmiştir. 

     

    - İşgal kuvvetlerinin ve İstanbul hükûmetinin desteğiyle bağımsızlık hareketi lider ve emellerine mukavemet amacıyla çıkarılan yerel ayaklanmaların, Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları kontrolündeki Kuvva-i Milliye birliklerinin müdahaleleriyle bastırılması: Bu sayede ayaklanmaların Anadolu’da yayılması engellenmiş, halkta Ankara hükûumeti ve Kuvva-i Milliye güçlerine duyulan güven ve sadakat yükselmiştir. Kuvva-i Milliye güçleri sonraki evrede düzenli ordunun oluşmasında büyük önem taşıyacaktır.  

     

    - Sakarya Zaferi: 23 Ağustos 1921’de başlayan ve yüz kilometrelik bir cephe hattında 22 gün, 22 gece boyunca devam eden Sakarya Savaşı’nın kazanılması ile 1683 Viyana Kuşatması’ndan beri devam eden anavatana çekilme süreci son buldu. Kurtuluş Savaşı’nda stratejik üstünlük aşamasına girildi. Savaşın sonucu, Fransızları İngiltere’nin doğu politikasından tamamen kopardı. Fransızlar Ankara hükûmeti ile işgal bölgelerinin terk edilmesi hakkında bir anlaşma imzaladı. Benzer bir tutumu İtalya’da tekrarladı. Böylece Sevr Anlaşması tarihe gömülmüş oldu. 

    - Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi: Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası zaferle sonuçlanmış oldu. Zafer sonucunda hem Yunanistan’ın eski Helen dünyasını kurtarmak amacı taşıyan “Megali İdea” tezi hem de İngiltere’nin Anadolu politikası çöktü. Yunanistan’da hükümet istifa etti ve Kral Konstantin’e karşı bir ayaklanma başladı. Kral İtalya’ya kaçmak zorunda kaldı. Tahtta geçici bir süre kalan oğlu II Georgis 15 Eylül 1922’de şehre giren Devrim Birlikleri tarafından tahttan indirildi. Böylece Yunanistan’da ikinci cumhuriyet döneminin kapıları aralanmış oldu. İngiltere’deyse, Sevr’in imzalandığı gün Avam Kamarası’nda “Turkey is no more” (Türkiye artık yok) diyen Lloyd George liderliğindeki hükümet, Ekim 1922’de Başbakan’ın istifa etmesi sonucu düştü. Mudanya Mütarekesi’nin ardından Türkiye Lozan Barış Konferansı’na davet edildi. 

     

    - Saltanatın Kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanı: Kararın İstanbul hükûmetine yazılı olarak bildirilmesi ve gazeteler aracılığıyla duyurulmasının ardından İstanbul’daki devlet memurları Ankara hükûmetinin temsilcisi konumundaki Refet Paşa’ya Ankara hükümetinin kararlarına bağlı çalışacaklarını bildirmeye başladılar. Son İstanbul hükûmeti 4 Kasım’da istifa etti. Aynı gün Refet Paşa İstanbul’daki hükûmet faaliyetlerine Ankara hükûmeti adına el koydu. İstanbul’daki işgal kuvvetleri hükûmet faaliyetlerinin TBMM’ye geçmesini kabul etmek zorunda kaldı. Ertesi gün on binlerce yurttaş Sultan Ahmet Meydanı’nda saltanatın kaldırılarak İstanbul’daki hükûmet faaliyetlerinin Ankara hükûmeti tarafından devralınmasını kutlayan bir miting gerçekleştirdi. Son Padişah Vahidettin ise 17 Kasım’da İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etti. Böylece altı yüz yıllık Osmanlı saltanatı, halkın yetkiyi bizzat ele alma kararıyla son bulmuş oldu. Yaklaşık bir yıl sonra 29 Ekim 1923’te TBMM Türkiye Devleti’nin bir cumhuriyet olduğunu resmen onaylayan yasayı kabul etti. 

     

    İNKLÂP PERİYODU (1923-1938) 

     

    - Hilafetin kaldırılması: Böylece yetkisi bulunmaksızın devlette psikolojik bir onay makamı gibi varlığını sürdüren hilafet tasfiye edilmiş oldu. Dinî esaslarla siyaset yapma meşruiyeti ortadan kalktı. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu cumhuriyette, egemenlik yetkisinin ancak ve ancak millet adına yine millet tarafından yetkilendirilmiş TBMM üyelerince kullanılabilir olduğu kesinliğe kavuşturuldu.  

     

    - Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası’nın çıkarılması: Bu yasayla bir yanda medreseler diğer yanda harbiye, tıbbiye, mülkiye gibi okulların yer aldığı ikili eğitim sistemi sona erdi. Medreseler kapatıldı. Bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak devlet kontrolünde çağdaş, ulusal ve laik bir eğitim sistemi kuruldu. Yasanın en önemli sonuçlarından biri, eğitimde kadın erkek eşitliğinin sağlanmış olmasıdır.

     

    - Medeni Kanun’un kabul edilmesi: Medeni kanunla evlenme, boşanma, miras, fiil, hak ehliyeti ve velayet gibi pek çok toplumsal konuda kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır. Bununla birlikte medeni kanunda yer almayan ancak bu çerçevede değerlendirilmesi gereken kadınların seçme ve seçilme hakkı, 1933 ve 1934 yıllarında çıkarılan yasalarla garanti altına alınmıştır. 

    İhtilâl ve inklâp safhalarıyla bir bütün olan Türk devrimi, batılı yazarlar, düşünürler ve politikacılar üzerinde de etki yaratmış, devrimin tarihi değiştiren sarsıcı niteliğini vurgulayan yazılar kaleme almalarını, demeçler vermelerini beraberinde getirmiştir.  

     

    1922 yılında Temps gazetesi muhabiri olarak Türkiye’de çalışan Paul Gentizon 1929 yılında yayınlanan “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” kitabında Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Devrimi ile ilgili şu düşüncelere yer vermiştir: 

     

    “(...)Mustafa Kemal ile kendisini köstekleyen teokratik zincirden ilk kez kurtulan yeni Türkiye bugüne kadar erişemediği şeye ulaşmış ve Avrupalı bir devlet olmuştur. Şu da bir gerçektir. Türkiye, bu son yollarda, tarihinin en şaşırtıcı dönemini yaşadı. Bütün dünyanın onu, çökmüş, can çekişiyor sandığı sırada o, bidren insanüstü bir çaba ile doğruldu ve harekete geçti. Bu olay öyle beklenmeyen bir noktada meydana geldi ki gelecek kuşaklar dikkatini yormadan anlayacaklar. Zira Türk’ü değişebilme ve çaba gösterme kabiliyetinden yoksun gösteren tüm ön yargıları boşa çıkarttı. Ülkede gerçekleştirilen değişikler sadece şekil ve görünüşten ibaret değildi. Yıkılan sadece sultanlık ve halifelik değil, gerçekte bütünü ile eski Doğuydu. (...)”.  

     

    İskoç yazar J. P. Douglas Balfour (bilinen adıyla Lord Knross) 1964 yılında “Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu” isimli eserinde şunları yazar: 

     

    “(...) Asker Atatürk, zamanında başka hiç kimsenin başaramayacağı şekilde, Avrupa devletlerinin kendisine karşı planlarını altüst edip, tarihin yüzünü değiştirerek, ülkesini kurtarmıştı. Devlet adamı Atatürk, ülkesinin bu devletlerce eşit koşullarla kabul edilmesini ve Yakındoğu gibi sık sık değişikliğe uğrayan bir bölgede bir istikrar unsuru olarak kalmasını sağladı.”. 

     

    İngiliz aslıllı ABD’li tarihçi Bertrand Lewis ise Prof. Dr. Özer Ozankaya ile yaptığı bir mülakatta şunları dile getirmektedir:  

     

    “OZANKAYA: Bu Başarı, gelişkin ve bir ölçüde demokratik Batı’nın kendisini değiştirdi mi? 

    LEWIS: Bence hemen görülen etki, Batı’da uyandırdığı saygıydı. Daha önce Türkiye’ye gösterilmeyen bir saygı kazandı. Biliyorsunuz, o zamana kadar Türiye’den ‘Avrupa’nın hasta adamı’ diye söz edilirdi. (...) Hasta uygun bir bakım gördü ve kurtuldu. 

    OZANKAYA: Mustafa Kemal’den geldiğini söylemek istediğiniz uygun bakım, Batılı güçlerin uluslararası ilişkilerde kendi tutumlarını yeniden gözden geçirmelerine yol açmış olabilir mi? 

    LEWIS: Kendi iç yaşamları bakımından değil; ama imparatorlukları açısından kuşkusuz bu etkiyi yaptı. (...) İngiliz, Fransız ve Hollanda imparatorluklarında kuşkusuz çok derin etkileri oldu.”. 

     

    Türk devrimi batıda olduğu kadar doğuda da büyük bir etki yarattı. Söz konusu etkiyi 2023 yılında Anadolu Mecmuasında yayınlanan Uğur Baysal’a ait makalede şöyle okuyoruz: 

     

    “(...) Anadolu’nun başarısı Endonezya’dan Fas’a, Hint Yarımadası’ndan Çin’e, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar geniş bir alanda ses getirdiği, sömürge ya da yarı sömürge konumundaki halkları etkilediği için bu zafer yeni bir çığır açmıştı. Bir milletinin bütün araç ve gereçlerden yoksun olmasına rağmen, bağımsızlığını dünyaya nasıl kazanacağını bu döneme kadar gösteren ilk ve tek örnekti. Kısa bir zamanda Müslüman dünyasında Mustafa Kemal Paşa’nın şöhreti ve namı zirveye ulaşmıştı. (...)”. 

     

    Şiirin “devrimlerle sarstık tarihi” sözü, yukarıda açıklanan Türk genel devriminin ihtilâl ve inklâp dönemlerinde yaşanan gelişmeler ile bu gelişmelerin ulusal ve uluslararası alanda yarattığı tarihsel sonuçların değiştirici ve dönüştürücü gücüne atfen kaleme alınmıştır. 

    Kaynaklar:

    1. Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 2011.

    2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İ. Ortaylı, Kronik Yayınları, İstanbul, 2019, s.217-220 ve 257. 

    3. 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, A. Best, J. M. Manhimaki, J. A. Maiolo, K. E. Schulze, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2015, s.57-59.

    4. Saltanatın Kaldırılmasının İstanbul’daki Yankıları, B. Aslan, Belleten, Nisan 2002, Cilt: 66, Sayı: 245, s. 95-122.

    5. 11 Nisan 1920 (1336) Tarihli Takvim-i Vekâyi’de Kuvva-i Milliye Aleyhinde Yayınlanan Kararlar, O. Akandere, Ankara Üniversitesi Türk İnklâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 24, Kasım 1999-2003, s.417-467

    6. Milli Mücadelede Türk-İtalyan İlişkileri, M. Çelebi, Belleten, Nisan 1998, Cilt 62, Sayı 233, s.157-206 

    7. Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyet, Ö. Ozankaya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2000, s.15.

    8. Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, P. Gentizon, Bilgi Yayınları, Ankara, 1994, s. 267. 

    9. Türk Kurutuluş Savaşı’nın Mazlum Milletler Üzerindeki Etkisi, U. Baysal, Anadolu Mecmuası, 2/III, Nisan 2023, s. 19-46.

    10. Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, L. Kinross, (e-kitap), Altın Yayınları, İstanbul, s. 405. ISBN:978-975-405-035-6. 

    11. Atatürk Devrimleri, U. Kocatürk, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-devrimleri/ 04.04.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

    12. Atatürk ve Hukuk Devrimi, N. Yazıcı & N. Yazıcı, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturkve-hukuk-devrimi/ 04.04.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

    13. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, İ. Öztoprak, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/tevhid-i-tedrisatkanunu/ 04.04.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

    14. Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağusto-13 Eylül 1921), O, Yöney, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/sakarya-meydan-muharebesi-23-agustos-13-eylul-1921/ 03.03.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

  • Mâdûn sözcüğü, eski Türkçe’de “alt, aşağı derece, emir itibariyle aşağıda olan” anlamına gelir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından, İngiliz işgal kuvvetlerinin Lozan Barış Anlaşması gereği İstanbul’u terk ettikleri tarihe kadar geçen beş yıllık süreç, bu topraklarda yaşayan insanlar için emperyalizmin dayattığı mâdûn olma durumundan, savaşarak kazanılmış bağımsızlığın mağruriyetine doğru ilerleyen bir seyri yansıtır. Bu seyrin daha en başında, Mustafa Kemal Atatürk, mâdûn edilmek istenen halkı kaderine terk etmek yerine Anadolu’ya geçip direnişi örgütleme kararının arkasındaki motivasyonu Nutuk’ta şöyle açıklamıştır: 

     

    “(...) Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.

     

    Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

     

    Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...

     

    O halde, ya istiklal ya ölüm!

     

    İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!

     

    Peki efendim. Öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?

     

    Şu farkla ki, istiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakarlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur (...)”.

     

    Şiirin “mâdûn olamaz bu mağrur halk asla” sözü, Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta dile getirdiği bu düşüncelere atfen yazılmıştır. 

    Kaynaklar:

    1. Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1993, Cilt: I (1919-1920), s. 13.

  • Mustafa Kemal Atatürk 1924 yılında yaptığı bir açıklamada “Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.” diyerek, cumhuriyetin halk için ifade ettiği değeri vurgulamıştır. Atatürk’ün özellikle “Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun idare” vurgusu, bu yönetim biçiminin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan bütün yurttaşlar bakımından bir tür “doğal yasa” ve sosyopolitik kültür olduğunu, nihayetinde Türk halkının varlığından ayrılamayacak bir karakter biçiminde onunla yek vücut bulunduğunu ifade eder.  

     

    Şiirin “Bir asır değil bin asır daha olsa ömrümüz değişmez yasa” sözünde yer alan “yasa” sözcüğü, Atatürk’ün verilen ifadelerinde belirttiği tabiata uygunluk vurgusunun imgelenmiş biçimidir. Sözle anlatılmak istenen, ulusun bağımsız ve egemen karakterinin hiçbir hâl ve şart altında değiştirilemeyeceğidir ve ebedi önderin 1924 yılında yaptığı söz konusu açıklamaya atfen yazılmıştır. 

    Kaynak:

    1. Cumhuriyet Kavramı ve Atatürk’ün Cumhuriyet Anlayışı, N. Çetinoğlu, EK: 1, s.729. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1696047 04.03.2024 tarihinde görüntülenmiştir.

  • Mustafa Kemal Atatürk, muhtelif zamanlarda verdiği demeçlerde, cumhuriyetin ancak üretimle, çalışkan olmakla, eğitimle, bilimle ve bütün bunların sonucunda yükselen yeni nesillerle var olabileceğini dile getirmiştir. Bu açıklamalardan bazıları şöyledir:   

     

    “Türkiye’nin gerçek sahibi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete müstehak ve lâyık olan köylüdür.”

     

    “Hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak!”

     

    “(…) Öğretmenler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri olan sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin değeri sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle orantılı olacaktır. (…) Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister! Yeni nesli bu niteliklerde ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. (…) Millî ahlâkımız, medenî esaslarla ve özgür fikirlerle geliştirilmeli ve takviye edilmelidir. (…) Cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür’ nesiller ister. (…)”.

     

    “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak olan sizsiniz.”

     

    Hiç kuşku yoktur ki, cumhuriyetin yaşatılması, her şeyden önce halk egemenliğinin sürdürülmesi anlamına gelir. Egemenliğini yitirmiş bir halk varlığını da yitireceğinden, cumhuriyetin yaşamak için halka ihtiyacı olduğu gibi, yurttaşlarının da cumhuriyete ihtiyaçları vardır. Bu karşılıklı bekâ ilişkisi, aynı zamanda Anadolu’nun her köşesinde yaşayan insanların yönetime, üretime, eğitime ve bütün haklarıyla yükselmeye dahil olabilmesini garanti altına alır. Bu garantörlük sayesindedir ki Türkiye Cumhuriyeti, İdil Biret, Gazi Yaşargil, Halil İnalcık, Ahmet Aslan, İlber Ortaylı, Aziz Sancar, Ali Nesin, Fazıl Say gibi nice değerleri yetiştirebilmiştir. Cumhuriyetin yegane gücü halktır. Halkın yegane gücü ise cumhuriyettir. 

     

    Şiirin “Üretenin, öğretenin, yükselenin gücüdür cumhuriyet” sözü, Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarıda verilen açıklamalarına ve bu açıklamalar doğrultusunda kolayca kavranabilen cumhuriyet-yurttaş arasındaki karşılıklı bekâ ilişkisine atfen yazılmıştır.

     

    Kaynaklar:

    1. Milli Bir Lider Olarak Motivasyon Dehası Atatürk, S. Sönmez, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 31, Yıl: 2006, s. 23-72.

    2. Mustafa Kemal Atatürk’ün Eğitimci Kişiliği ve “Başöğretmen” Unvanı, Y. Işık, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, Yıl: 2020, s. 173-196.

  • Mustafa Kemal Atatürk, 10 Mayıs 1933 günü basına bir mülakat vermiştir. Söz konusu mülakat, 11 Mayıs 1933 tarihli Milliyet ve Akşam gazetelerinde; 12 Mayıs 1933 günü ise Cumhuriyet ve Vakit gazetelerinde yayınlanmıştır. O röportajdan bir bölüm aşağıdaki gibidir: 

     

    "(...) İki Mustafa Kemal var: Biri ben, fert olan, fani olan Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal'den ise 'ben' diye bahsedemem. Ondan an­cak 'biz' diye bahsedebilirim. O Mustafa Kemal, yani sizler, bu akşam etrafımda olan­lar, memleketin her köşesinde çalışan köylüler, uyanık, aydın, vatanperver, milliyetper­ver vatandaşlar... İşte ben onların hayalini tespit ediyorum, onların hayalini tahakkuk ettirmeye çalıştım. O Mustafa Kemal ölmez. O, Türk milletinin ihtiyaçlarıyla beraber, gitgide uyanan şuuru ile beraber gelişe gelişe ebedi olarak yaşayacaktır. Bizde cumhu­riyeti yapan, inkılabı yaratan, o 'biz' diye ifade edebileceğim Mustafa Kemal'dir.". 

     

    Şiirin, “Yüz yıl oldu kuralı biz bu cumhuriyeti / Yüzyılda bin Kemâl olduk, vermeyiz hürriyeti” dizesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarıda verilen açıklamalarına atfen yazılmıştır.  

    Kaynak:

    1. Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 26, (1932-1934), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2019, s. 160. 

bottom of page